Kuzeyde sehri kusatan nehirden sadece muhtesem ufuk cizgisi görünürdü. Husu icindeymiscesine gözlerini dikerdin, bu görkemli parlaklik karsisinda solugun kesilirdi. Binalarin belirgin siluetleri gögü yirtar, denizin ve gögün maviliklerini parcalardi; düz yüzeyler ve uzun yüzeyler, kaba saba dikdörtgenler, igne gibi sivri kuleler, yükseltiler ve doruklar, desen üstüne desen bindirmis, mavi ve beyazin biraktigi yaldizakarsi geometrik bir bütünlük icinde uzanmaktaydi.
Gece vakti kordon boyuna inerken, parlak yildizlardan, nehrin yansittigi yakamozlardan büyüleyici bir galaksi sarardi etrafini ve sonra Güneyde sehir, elektrik sihirbazinin nefis gösterisiyle kaplanirdi. Otoyolun isiklari, sehrin etrafindan dolasip nehrin karanlik sularinda yansiyacak sekilde kah yakindan kah uzaktan parlardi. Binalarin pencereleri dikdörtgenden parlak aydinliklar seklinde yerden yükselip yildizlara tirmanir ve gökyüzünü boyayan kirmizi ve yesil, sari ve turuncu neonlarin yaldizina karisirdi. Trafik isiklari cirtlak renkli gözlerini kirpardi ve gövde boyunca, göz yakan renk sicramalarinin yarattigi renk cümbüsünü mezceden akkordan bir gösteri...
ehir, ender mücevherlerden parlak bir yuva gibi boylu boyunca uzanmakta, titresen bir yogunlukla katman katman isildamaktaydi.
Binalar tiyatro sahnesiydi.
Yüzleri nehre dönük, insan yapisi bir isikla parliyorlardi ve sen gözlerini dikmis, onlara husuyla bakardin, solugun kesilirdi.
Binalarin gerisinde, isiklarin da arkasinda, sokaklar vardi.
Ve sokaklarda süprüntüler...
Alarm gece on birde caldi.